Reha Çamuroğlu - Devletin nefesi
Değerli okurlarım, Zaman Pazar'da yazacağım yazılar kültür ve edebiyat yazıları olacağı için size söz verdiğim seçim değerlendirmesi bu yazıma kaldı.
1 Kasım 2015 seçimleri her bakımdan Türkiye tarihinin en sıkıntılı ve en tartışmalı seçimi olmuştur, olacaktır. Seçim öncesi ortam neredeyse balık hafızalılar tarafından şimdiden unutulmaya, unutturulmaya başlandı.
On üç senedir iktidarda olan AKP ve özellikle onun medyası, 2011 seçimleri öncesinde kullanmaya başladığı devlet dilini ifrata vardırdı. Milletin sesi, ceberutluğa karşı hürriyetlerin temsilcisi olmak iddiasıyla ortaya çıkmış ve bu iddialarla iktidar elde etmiş bir hareket, devlet ağzıyla üstelik ceberut bir devlet ağzıyla konuşmaya başlamıştı. Bırakın iktidar yetkililerini, güya sivil birtakım gazeteciler rütbelerini takınmış, “devlet sizi halledecek”, “devletimiz böyle münasip görüyor”, “bu, MGK kararıdır” gibi, emir demiri keser kıvamında cümleler kuruyorlardı. Bütün bu yazılan ve söylenenler aslında devletin bu seçimlere bir taraf olarak katıldığının kanıtı olacaktır.
Sonra Suruç katliamını yaşadık. Sonra iki polisimizin yataklarında şehit edildiğine tanık olduk. Arkasından filoların katıldığı, maalesef ülkemizin topraklarının kendi uçaklarımız tarafından bombalandığı operasyonlara şahit olduk. Bu arada, durmaksızın, “tek başına iktidar verseydiniz bunlar olmazdı” cümlesiyle terörize edildik. Olaylar karşısında dehşete düşmemiz istendi ve elhak düştük.
Otuzdan fazla gencimizin hunharca katledilmesinde devletimizin hiçbir sorumluluğu yoktu. Hani neredeyse “çocuklar suçlu” denilecekti.
Uçak filolarıyla bombalanmadan terörle mücadele edilemeyecek noktaya gelene kadarki gelişmelerde zaten devletimizin hiçbir suçu olamazdı, hain teröristler bir kez daha devletimizin güzide yöneticilerini kandırmışlardı. Bunca sık kandırılan insanların neden ve nasıl hâlâ görevlerini bırakmadıklarını tartışmak isterdik; fakat o da ne? Tartışacağımız mecralar, gazeteler, dergiler, televizyonlar bir anda tek tek buharlaşmaya başlamıştı.
Sonra en korkuncu geldi. Ankara katliamında yüzden fazla insanımız parça parça edilerek katledildi. Yine Başkent'imizin göbeğinde gerçekleşen bu olayda hükümetimizin ve devletimizin hiçbir sorumluluğu olmadığını gördük. “Herhangi bir ihmal yoktur.” sözlerini “ya ya yoktur” diyerek izledik. “La havle ve la kuvvete illa billah” çekenlere yan gözle baktık. 1912'de İttihat Terakki Partisi'nin muhaliflere dayak attığı meşhur sopalı seçimde -ki tarihe geçmiştir- iki kişi ölmüştü. Bizim seçimimizin öncesi yüzlerce vatandaşımız ölmüştür. Aynı günlerde temel insan haklarından olan mülkiyet hakkı binbir gerekçeyle ihlal edilerek medya kuruluşları susturulmaya, henüz susturulmayanlar tehdit edilmeye başlandı.
Böyle olur cennet vatanımda “hür seçimler”!
Değerli okurlarım 1 Kasım 2015 seçimleri tarihimize “devlet seçimleri” olarak geçecektir. Bu satırların yazarı, her kritik seçim öncesinde siyasi parti genel başkan ve yöneticilerinin devletin nefesine muhatap olduklarını bazı örneklerle izlemiş, bazılarına tanık olmuştur. “Bu parti kapanacak!”, “Sizin parti bu seçimde miting yapmayacak!”, “Siz genel başkanlığı bırakacaksınız!”, “Siz genel başkanlığı bırakmayacaksınız, çünkü çok başarısızsınız ve bize bu lazım” tarzı fısıldamalar bu memlekette olmuştur ve görünen odur ki olmaya da devam etmektedir.
Pek değerli bir paşamız zamanında şöyle buyurmuştu: “28 Şubat gerekirse bin yıl sürecek”. Bu sözü ciddiye almayanlar, üzerine alaycı yazılar döşediler. Dalga geçtiler üstelik. Seçimlerden sonra görünen odur ki 28 Şubat sürmektedir. Bundan sonrasını bugün iktidarda olanlar düşünsünler.
Devletimizin nefesi kuvvetlidir.