Türk tipi başkanlık sistemi
Yeni tartışma konusu, Türki tipi başkanlık sistemi ve bu sistemi hayata taşıyacak Türk tipi anayasa. Her ikisi de henüz ortada yok, fakat algı operasyonlarına göre, hem ‘miladını doldurmuş parlamenter sistem'den hem de 1982 darbe anayasasından daha iyiler. Gerçekte durum böyle midir?
Akademisyenler için en zor şey, olmayan bir olguyla var olanı kıyaslamaktır. Bilim adamları var olanları kıyaslar ve bilgi birikimleriyle olması gerekenler hakkında öngörüde bulunurlar. İşte bu yazıda bunu yapmaya çalışacağız. Şu anda ortada ne yazılmış ve halk tarafından onaylanmış yeni bir anayasa, ne de bazılarının tartışma konusu yaptığı Türk tipi başkanlık var. Var olmayan bir anayasanın ve başkanlığın var olanlardan ne derece iyi olduğunu ne derece başarılı olduğunu ve ne derece Türkiye'nin birikmiş sorunlarına çözüm bulacağını bilmek için bilim adamı değil başka bir şey olmak gerekir. Bu nedenle var olanın ne derece sorunları çözme başarısı gösterdiğini, başka bir ifadeyle 1982 Anayasası ve parlamenter sistemi, tartışmaya çalışacağız.
Başta belirtelim ki, Türk anayasacılık tarihinde, 1808 tarihli Sened-i İttifak, 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ve 1856 tarihli Islahat Fermanı gibi belgeler 24 Aralık 1876 yılında kabul edilen ilk anayasaya (Kanun–u Esasi) kadar olan gelişmelerde dönüm noktalarını oluşturmaktadır. Bu belgeler Osmanlı Devleti'ni yönetenlerin devletin varlığını sürdürmesi için çözüm bulma gayretleri olarak görülmektedir. Aynı şekilde 1876 Anayasası'nda 22 Ağustos 1909 yılında köklü değişiklikleri yapanlar da sorunu anayasa değişikliğiyle çözeceklerine inanıyorlardı. Fakat ne yeni anayasalar ne de yapılan değişiklikler Osmanlı Devleti'ni dağılmaktan, tarih sahnesinden silinmekten koruyamadı.
Türkiye'nin sorunu sadece anayasa ile çözülmez
20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilen ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk anayasası olan ‘Teşkilat-ı Esasiye Kanunu' da devleti kuranlar tarafından yeterli görülmediği için 20 Nisan 1924 gününde yerini yeni Teşkilat-ı Esasiye'ye (Anayasa) bırakmıştır. 1960 yılına kadar yürürlükte olan bu anayasa 11 defa değiştirilmiştir. Bu süreçte 71 maddesinde de değişikliğe gidilmiştir. Bu anayasanın yerine konulan 1960 Anayasası'nın da 54 maddesi 7 defa, 9 Kasım 1982 tarihinde yürürlüğe giren ve günümüzde yerine yenisinin konulması istenen anayasa da 17 defa değiştirilmiştir. Toplam 123 madde değişikliği yapılmış ve 113 maddesi değiştirilmiştir. Bütün bunlar göstermektedir ki, Türk tipi siyaset her karşılaştığı güçlüğü aşmak için ya yeni anayasa yapmakta ya da var olan anayasaların bazı maddelerini değiştirmektedir. Yukarıda sayılanlardan anlaşılacağı üzere Türk anayasacılık tarihinde hiçbir anayasa kendisini değişikliğe uğramaktan alıkoyamadığı gibi siyasal tartışmaların merkezi olmaktan da kurtaramamıştır. Yeni bir anayasa yapıldığı zaman da benzer tartışmalar devam edecektir. Çünkü Türkiye'nin sorunu anayasalarda değildir.
Yeni anayasa yapımı önünde kamuoyunun farkında olmadığı ve aşılması gereken yasal bir sorun bulunmaktadır. Bu da şimdiye kadar anayasaları ‘kurucu iktidar[1][1][1]' olarak literatürde ifade edilen kişiler/kurumlar yapmışlar ve ‘tali iktidar (Meclisler)'a ancak değiştirme yetkisi vermişlerdir. Kurucu iktidar olmadan yeni bir anayasa yapılması ihtimal dâhilinde olsa bile mümkün değildir. Çünkü 1982 Anayasası'na göre böyle bir iktidarın ortaya çıkması ya da çıkarılması anayasaya aykırıdır. Bu nedenle söz konusu anayasa yürürlükte olduğu sürece Türkiye'de hiçbir kurum yeni bir anayasa yapma yetkisine sahip değildir. Ancak TBMM anayasada belirtilen şartlarda değişiklik yapabilir ki şimdiye kadar bu değişiklikleri 17 defa yapmıştır.
İnsana yatırım yapmayan bir siyasî; anlayış...
Üzerinde durulması gereken diğer bir konu; TBMM'de grubu bulunan siyasal partilerin yeni bir anayasa yapılması konusunda hemfikir olmaları. Fakat yine de ortaya çıkacak siyasal sistem konusunda aynı fikirde değiller. Birileri Türk tipi başkanlığı savunurken, diğerleri parlamenter sistemin devamını istiyorlar. Bunu aşmak için halk oylamasıyla da yeni bir anayasa yapılması mümkün gözükse bile, nasıl yapılacağına dair bir yöntem mevcut değil. Ayrıca yapılacak anayasanın mevcut 1982 Anayasası'ndan daha iyi olacağı ve bütün siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlara çözüm bulacağını şimdiden kabul etmek mümkün değil çünkü ortada bir metin yok. Bu durumda yeni bir anayasa ya da Türk tipi başkanlık tartışmalarını bir tarafa bırakarak asıl sorunun ne olduğunun altını çizmek gerekir.
Türk siyasal tarihi, özellikle anayasacılık tarihi göstermektedir ki, Türkiye'nin sorunu anayasa ya da siyasal sistem sorunu değildir. Bunu 1808 yılından bu yana ne Osmanlı Devleti ne Türkiye Cumhuriyeti Devleti dünya siyasetinde arzulanan ağırlığa sahip olmuş ne de sosyal, ekonomik ve siyasi gelişimini başkalarını imrendirecek düzeye çıkarabilmiş olmadığı göstermektedir. Türk tipi siyaset en azından anayasacılık tarihi ile birlikte ele alındığında genel olarak başarısızdır. Durum bu olunca, burada sorulması gereken soru şu olmaktadır: Türk tipi siyasetin başarısızlığının sebebi nedir?
İki yüzyıldan daha fazla süre içerisinde başarılı olan siyasetçiler vardır ve bu siyasetçilerin başarılarını ne var olan anayasalar ne de dünyadaki farklı gelişmeler engelleyemediğine göre, başarısız olanların başarısızlıklarının sebebi de anayasalar ve dünyadaki farklı gelişmeler değildir. Türk tipi siyasetçinin başarısızlığının sebepleri söz konusu iki yüzyıllık dönemde yeterince kendi insanına yatırım yapmamasıdır. Ülke ve dünya gerçeklerini bilen ve dünyadaki gelişmeleri anlayan ve öngörülerde bulunabilen, alanında uzman yeterince insan yetiştirememesidir. Başka bir ifadeyle sorunların kaynağı ‘Kaht-ı Rical (Adam Kıtlığı)'dır ki, günümüzde de devam eden ve sürekli olarak artan bir sorundur.
Günümüzde dünya siyasetinde etkili, siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlarını çözmüş devletlerin başarılarının arkasında yatan, bu devletlerin başkanlık, yarı-başkanlık ya da parlamenter sistemle yönetiliyor olmaları değildir. Kendi kültürlerini, siyasal, sosyal ve ekonomik geleneklerini sürdürebilecek yeterince ‘adam' yetiştirmiş olmalarıdır. Söz konusu ülkelerin eğitime ayırdıkları payları ve eğitim ve öğretim politikaları ve üniversitelerinin bilim ve teknolojik buluşlardaki çalışmaları dikkate alınırsa neden siyasette başarılı olduklarını da görmüş oluruz. Bu nedenle Türkiye çağdaş demokratik bir ülke ve dünya siyasetinde söz sahibi bir devlet olmak istiyorsa adam yetiştirmeye öncelik vermelidir.
Doç. Dr., Süleyman Şah Üniversitesi, Uluslararası ilişkiler ve terör uzmanı