Erdoğan'ın, Arap dünyasındaki imajında 1 Mart tezkeresinin rolü
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “1 Mart 2003'te ABD'nin Türk hava ve kara sahasını kullanmasına ‘hayır' demekle hata ettik.” sözü gündemdeki sıcaklığını koruyor. Erdoğan'ın bu sözüyle o dönem tezkereye karşı oldukları iddia edilen Gül-Arınç cephesine mesaj verdiği veya Türkiye'yi Suriye'ye bir müdahaleye hazırladığı şeklinde yorumlar yapılıyor.
Sebebi ne olursa olsun, Erdoğan'ın, çıkması için büyük bir çaba sarf ettiği ancak çıkaramadığı bu tezkerenin kendisini Arap ve İslam dünyasında kahraman yaptığını unuturcasına, şimdi de bu konu üzerinden mağduriyet yapması çok ilginç.
AKP hükümetinin iktidara geldiği Kasım 2002'ye kadar Türkiye'nin adı Ortadoğu'da neredeyse hiç anılmıyordu veya imajı çok olumsuzdu.
2004 Şubat ayından itibaren çalışmaya başladığım ve 10 yıl görev yaptığım Mısır'da tanıştığım insanların Türk olduğumu söylememe rağmen ilk olarak dinimin ne olduğunu sormaları bu kopukluğun en trajik göstergelerinden biriydi.
Zogby Uluslararası Araştırma şirketinin Mart-Nisan 2002'de aralarında Türkiye, ABD, İran, İngiltere, Almanya, Çin, Pakistan, İsrail gibi Arap olmayan ülkelerle ilgili algıların nasıl olduğuna dair yaptığı araştırmada da Türkiye'nin imajı İsrail, ABD ve İngiltere'den sonra en kötü çıkan dördüncü ülke durumundaydı.
Arap halklarının nezdinde Türkiye algısı kısaca, Siyonist İsrail ile işbirliği yapan, ABD'nin bölgedeki Truva atı şeklindeydi.
Erdoğan'ın ısrarla çıkmasını istediği 1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM'den çıkmaması, Türkiye ve Erdoğan'a altın kasede sunulan fırsatlar doğurdu.
Her ne kadar Türkiye, Irak Savaşı'ndan dolayı 30 milyar dolar zarar ettiğini açıklasa ve ABD, Türkiye'ye kızgınlığını dile getirse de (4 Temmuz 2003'te Kuzey Irak'taki Süleymaniye'de ABD askerlerinin, Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi olayı da bununla bağlantılı olarak değerlendiriliyor), Türkiye ve Erdoğan hızla bölgenin yıldızı olmaya başladı.
Bunda Bush yönetiminin daha sonra bölge için yürürlüğe koyduğu ‘Türkiye'yi model yapma' stratejisinin de önemli bir rol oynadığını unutmamak gerekiyor.
Yıllarca ‘Türkiye'nin yanı başındaki azılı düşman' olarak algılanan Suriye ile ilişkiler bir anda bahar havasına dönüştü. Erdoğan ve Beşşar Esed, karşılıklı ziyaretler gerçekleştirmeye başladı. 1976'dan beri ilk kez bir Suudi Kralı, 2006 yılında Türkiye'ye geldi.
Türkiye, Filistin'de, Lübnan'da, Suudi Arabistan-Suriye krizinin giderilmesinde arabulucu roller üstlenmeye başladı.
Arap halkları da bir anda yanı başlarında aynı dini, aynı kültürü, hatta aynı mezhebi paylaştıkları bir ülkenin varlığından haberdar olmaya başladı.
Hatta bu ülkenin Avrupai özellikleri ayrı bir cazibe oluşturuyordu. Entelektüeller de yıllarca varlığından bihaber oldukları Türkiye hakkında övgü dolu haberler kaleme aldı.
Tarihte ilk kez hem Filistinlilerle hem Yahudilerle dost olabilen bir ülke de doğmuştu. Bu duruma 2005'ten itibaren Filistin ve İsrail'e haber amaçlı yaptığım birçok ziyarette de şahit oldum.
Gazze ve Batı Şeria'da görüştüğüm Filistinlilerin gösterdiği yakınlığın bir benzerini, beton duvarlar ve tel örgülerle ayrılmış birkaç yüz metre ilerideki kan davalıları Yahudilerden de görüyordum.
Hayalinin Türkiye'ye gitmek olduğunu söyleyen Filistinlilerden, daha yeni Antalya'da tatilden geldiğini bana övünerek söyleyen yüzlerce Yahudi tanıdım. Her ikisinde de ayrı bir Türkiye sempatisi vardı.
1 Mart tezkeresi Ortadoğu'da Türkiye için bir devrim meydana getirdiği gibi, Avrupalılar nezdinde de Türkiye'ye büyük bir sempati oluşturmuştu. Türkiye gibi nispeten zayıf bir ülkenin nasıl olur da ABD'nin isteklerine boyun eğmediği Araplar kadar Avrupalıların da ilgisini çekmişti.
Hatta Türkiye ve Avrupa Birliği arasında yaşanan bahar havasında 1 Mart tezkeresinin etkisinin de olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın fotoğraflar ve haritalarla Saddam'ın kimyasal silahlarını gösterdiği iddia edilen belgelerin sahte olduğunun ortaya çıkması da Türkiye için ekstra bir puandı. Kısacası Erdoğan, istemeyerek tarihi bir başarıya imza atmış, Türkiye de hem Müslümanlar, hem Avrupalılar için demokrasisi, İslami ve laik kimliği, modern yaşam tarzıyla bir model haline gelmişti.
Türkiye Siyasi Etütler Vakfı'nın (TESEV) 25 Ağustos-27 Eylül 2010 tarihleri arasında yaptığı “Ortadoğu'da Türkiye Algısı” araştırmasında, Türkiye'ye olan sempatinin bir önceki yıla göre yüzde 75'ten yüzde 80'e yükselmesinde her ne kadar Davos'taki one minute çıkışının etkisi olsa da, 1 Mart tezkeresinin Arap halklarının bilinçaltı üzerinde meydana getirdiği olumlu etki inkâr edilemez.
*Gazeteci
