Osmanlı'da materyalizm: Bir kitap nesilleri nasıl değiştirdi?
Tanzimat dönemi devlet adamları Osmanlı’yı ayakta tutmanın yolunu kalıcı askeri reformlar yapmak ve merkezi bürokrasiyi güçlendirmekte gördüler. Önlerindeki en büyük ilham kaynağı bu iki hedefi başarıyla gerçekleştirmiş Avrupa’nın büyük devletleriydi. Reformcu yöneticiler Batı’dan alınması gerekenleri teknikle sınırlı tutmaya çalışsalar da işin doğası gereği bu kadar hassas bir ayrıştırma mümkün olmadı. Batı’dan gelen bilgi adeta coşkun bir sel gibi akarken, beraberinde getirdiklerini de ayıklamak imkansızdı.
Osmanlı vatandaşlığı temelinde yeni nesiller yetiştirmek için açılan modern okullar, aynı zamanda yeni Osmanlı aydınının filizlendiği bir zemin oluşturdu. Batı tarzı eğitim kurumları özellikle Fransızca başta olmak üzere yabancı diller bilen, Avrupa edebiyatına, kültürüne ve bilim dünyasına ilgi duyan yeni bir entelektüel tip ortaya çıkardı.
Eğitimli bu yeni okuryazar kesim, aynı zamanda basın aracılığıyla düşüncelerini yaymaya başladı. Önce birbirlerini, ardından da öğrencileri ve daha geniş Osmanlı kamuoyunu etkilemeye başladılar. Bu süreç, Osmanlı toplumunda yeni fikirlere ve tartışmalara zemin hazırlayan önemli bir dönüşüm süreciydi.
Osmanlı aydınları hangi eserlerden etkilendi?
Aydınları etkileyen yayınlar arasında birçok eser sayılabilir ancak Alman düşünür Ludwig Büchner’in 1855’te kaleme aldığı Kraft und Stoff (Madde ve Kuvvet), yazıldığı dönemden erken Cumhuriyet yıllarına kadar uzanan etkisiyle tereddütsüz ilk sırada gelir.
Maddeden ibaret bir evren tasarlayan, tanrı ve dinler başta olmak üzere geleneksel kutsal anlayışları ve alternatif felsefeleri bütünüyle reddeden bu eser, kendi iddialarını adeta tartışılmaz bir kutsal haline getirmişti. Nesillerin evren tasavvurunu derinden sarsan Bilimin İncili olarak anılan bu kitabın Osmanlı’daki serüvenine birlikte göz atalım.
Bilimcilikle harmanlanmış ateizm propagandası: Büchner ve eseri
1824’te Almanya’nın Darmstadt şehrinde doğan Ludwig Büchner 1855’te kaleme aldığı Kraft und Stoff (Kuvvet ve Madde) ile kısa sürede büyük yankı uyandırarak hem övgü hem de sert eleştirilerle karşılaştı. Avrupa’nın felsefe ve bilim çevrelerinde daha çok eleştiri toplarken, Rusya, Arap dünyası ve Osmanlı payitahtında geniş bir hayran kitlesi edindi.
Eserin temel tezleri, kuvvet ve maddenin birbirinden ayrı varlıklar olamayacağı, bunların doğasının ezeli ve ebedi olduğu ve dolayısıyla evrenin varlığını maddeyi önceleyen metafizik referanslarla açıklamanın anlamsız olduğuydu.
Büchner, tüm felsefi ve dini açıklamaları reddederken, kaba ampirizmi tek geçerli bilgi yöntemi olarak öne sürüyor, popüler ve anlaşılır üslubuyla “bilimcilikle harmanlanmış ateizm” propagandası yapıyordu.
Batı’daki entelektüel çevrelerde, eserin basitliği, aşılmış fikirleri tekrarlaması ve sınırlarını aşan iddialı tutumu nedeniyle eleştirilirken, modernleşme çabası içindeki toplumlarda tam tersi bir etki yarattı. Batı bilimi ve tekniğine hayranlık duyan kesimler, Kraft und Stoff’u adeta maddi ilerlemenin arkasındaki zihniyetin ifşası olarak gördü ve coşkuyla sahiplendi.
Karl Marx, Madde ve Kuvvet’i kaba materyalizm olarak nitelendirdi
Eseri Batı’da en çok eleştiren isimlerden biri Karl Marx’tı. Marx, Büchner’i sadece popülerleştirme amacı güden bir yazar olarak değerlendiriyor ve kitabın içeriğinin büyük ölçüde Friedrich Albert Lange’den alıntı olduğunu savunuyordu. Fransa’da gördüğü büyük ilgi karşısında şaşkınlığını dile getiren Marx, eseri “vülgermateryalizm” yani kaba materyalizm olarak nitelendiriyordu. Engels ve diğer takipçileri de kitabı materyalizmin yüzeysel bir yorumu olarak görüp küçümsediler.
Osmanlı kamuoyunda ise Kraft und Stoff “yüksek felsefe” olarak kabul gördü. Ancak bu yaygın eğilime erken bir itiraz, Yeni Osmanlılar hareketinin dikkat çekici figürlerinden biri olan Ali Suavi’den geldi. 1870 yılında Ulûm dergisinde kaleme aldığı makalelerinde Büchner’e sert eleştiriler yönelten Ali Suavi, “Şimdi Fransa’daki ehl-i hissin peygamberi Büchner’dir” diyerek, onun fikirlerini eleştirirken Gazali ekolünden gelenlerin “bin Büchner ve bin Houlbach’ın binlerce faraziyatını sarraf-ı nakd gibi seçip ayırt edebileceğini” savundu. Ancak Osmanlı’daki genel yönelim göz önüne alındığında Ali Suavi, bu konudaki görüşleriyle istisna olarak kaldı.
Kitapla ilk temaslar: Beşir Fuad ve Abdullah Cevdet
Kitabın Osmanlı entelektüel çevrelerindeki etkisini takip ettiğimizde karşımıza çıkan ilk isimlerden biri, 35 yaşında intihar ederken dahi ölümünü bilimsel bir gözleme tabi tutan ve bilinci kaybolana kadar hissettiklerini not alan Beşir Fuad’dır. Cesedinin Mekteb-i Tıbbiye’de teşrih malzemesi olarak kullanılmasını vasiyet eden Beşir Fuad, materyalist düşünceyi benimseyen ilk Osmanlı aydınları arasında yer alıyordu.
Mualim Naci ile yaptığı mektuplaşmalarda, “Mevcûdâtın herhangi birini tedkîk edecek olsak evvel emirde iki şey nazar-ı dikkatimizi celb eder: Mâdde ve kuvvet!” diyerek, Büchner’in Kraft und Stoff eserine açık bir referans verir.
Hüseyin Cahit Yalçın’a göre Beşir Fuad, “gençleri klasik ilm-i kelam zincirlerinden kurtararak daha geniş ufuklara taşımıştır.” 1883’ten 1887’deki ölümüne kadar süren yoğun yazı hayatı ona Osmanlı’daki “ilk pozitivist ve natüralist” ünvanını kazandırdı. Bu süreçte kaleme aldığı yazılar özellikle mektepli gençler arasında büyük bir etki yarattı.
Büchner’in eseri, Osmanlı entelektüel dünyasında bir başka önemli tezahürünü Batıcı aydın Abdullah Cevdet aracılığıyla gösterdi. Daha önce Almanca orijinalinden veya ağırlıklı olarak Fransızca çevirisinden okunan kitap, 1891’den itibaren Abdullah Cevdet’in yaptığı çevirilerle Osmanlı okurlarına doğrudan ulaşmaya başladı.
Abdullah Cevdet’in na‘t-ı şerif yazacak kadar dindar bir öğrenci olarak girdiği Mekteb-i Tıbbiye’de zamanla materyalist düşünceyi benimsemesi, dönemin mekteplerindeki entelektüel değişimi anlamak açısından oldukça çarpıcı bir örnektir. Cevdet, kendi dönüşüm sürecini şu dizelerle ifade etmiştir:
“Her tarafım karanlıktı bir zaman
Bilmezdim nedir yer, nedir asuman [gök]
Ağrılar, kederler, neşveler bütün
Gökden gelen şeyler idi benimçün.”
“Hail olundu saye-i fende ukûd-i ka’inat [Bilimin sayesinde evrenin düğümleri çözüldü]
Sırrı tekvin ü hayatın aşikardır bana [Yaratılışın ve hayatın sırrı bana apaçık göründü.]
Mekteb-i Tıb’ım tabi’at mekteb-i feyyazıdır [Tıp okulu bereketli doğadır benim için]
Cümle ma-fevka’t-tabi’a hülyadır bana. [Doğaüstü olan her şey benim için bir hayaldir.]”
19. yüzyılın son çeyreğinde özellikle Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye ve Mekteb-i Sultanî gibi yüksek okullardaki öğrenciler arasında elden ele dolaşan Kraft und Stoff, sadece bireysel bir etki yaratmakla kalmadı; materyalizm ve pozitivizm temelli yeni bilim paradigmasının etkisi altında bir neslin dünyayı anlamlandırmasını sağladı. Bu çerçevede, ilerleme idealiyle Osmanlı devletini ve toplumunu dönüştürmeyi amaçlayan kolektif bir zihniyetin oluşumuna katkıda bulundu.
Baha Tevfik ve Ahmed Nebil kitabın tamamını çeviriyor
II. Meşrutiyet’in görece özgür fikir ortamında pozitivizm, materyalizm ve tabiatçılık gibi akımlar daha görünür hale gelirken, Kraft und Stoff da bu tartışmaların merkezinde yer aldı. Özellikle Fransızca çevirisi üzerinden referans verilen eser, 1911 yılına gelindiğinde Baha Tevfik ve Ahmed Nebil tarafından ilk kez tamamen Türkçeye çevrildi ve Madde ve Kuvvet adıyla yayımlandı.
Daha önce yalnızca yabancı dil bilenlerin erişebildiği bu kitabın, ilk basılışından 56 yıl sonra Türkçeye kazandırılması, Osmanlı entelektüel çevrelerinde yeni tartışmaların fitilini ateşledi. Kitaba duyulan ilgi büyük oldu. Baha Tevfik, dönemin yayın dünyasında dikkat çeken bu durumu, bir makalesinde şu sözlerle dile getirdi:
“Tercüme ettiğimiz Madde ve Kuvvet üç bin tane basıldı, elyevm yedi sekiz yüz mevcûdumuz vardır.”
Bu ifadeler, kitabın dönemin Osmanlı aydınları arasında ne kadar rağbet gördüğünü ve fikir dünyasında nasıl geniş bir yankı uyandırdığını göstermektedir.
Madde ve Kuvvet’e yazılan reddiyeler
Kraft und Stoff’a yönelik Osmanlı’daki ilk sistemli reddiye, 1895’te İsmail Ferid’in İbtal-i Mezheb-i Maddiyyûn adlı eseriyle geldi ancak bilimsel derinlikten yoksun olduğu için zayıf bir eleştiri olarak kaldı. 1912’de Harputizâde Mustafa Lütfi Red ve İsbat’ı yazarken, en nitelikli eleştirilerden biri 1913’te Filibeli Ahmed Hilmi’nin Huzûr-ı Akl ü Fende Maddiyyun Meslek-i Dalâleti adlı eseriyle geldi ve Büchner’in fizik anlayışının Batı’da dahi sarsıldığını ortaya koyarak iddialarını temelden çürütmeye çalıştı.
1928’de İsmail Fenni Ertuğrul, Maddiyyun Mezhebinin İzmihlâli adlı eserinde hem klasik Kelam delillerini hem de Batılı filozofların argümanlarını kullanarak Büchner’in görüşlerine karşı çıktı. Ayrıca Ahmed Midhat, Fatma Aliye, Bediüzzaman Said Nursi, Halide Edib ve Şemsettin Günaltay gibi pek çok Osmanlı alimi ve aydını da maddecilik, natüralizm ve Darwinizm eleştirileriyle bu tartışmalara katkı sağladı.
Dinlerin yerini alma iddiasındaki bilimcilik
On dokuzuncu yüzyıl bilimciliği, insanın temel varoluşsal sorularına kesin cevaplar sunduğunu iddia eden bir model olarak ortaya çıkmış ve özellikle dünya savaşlarına kadar etkisini güçlü bir şekilde sürdürmüştür. Tanrı yerine tabiatı merkeze alan ve cenneti ahiretten dünyevî geleceğe taşıyan bu “kaba-bilimcilik” anlayışı, Osmanlı düşünce dünyasında da derin izler bırakmıştır. Bu etkinin yayılmasında, bilimsel ilerlemeyi açıklama iddiasıyla yazılan Ludwig Büchner’in Madde ve Kuvvet adlı eseri merkezi bir rol oynamıştır.
Gerek dili ve üslubu gerekse arkasına aldığı bilimsel-teknik gelişmelerle entelektüellerden talebelere kadar geniş bir kesimi etkileyen bu kitap, yalnızca Osmanlı entelektüel dünyasında değil, erken Cumhuriyet döneminin düşünsel zemininde de etkisini hissettirmiştir. Pozitivizm ve materyalizmin güç kazandığı bu süreçte, dinin kamusal alandan dışlanması ve laikleşme politikalarının benimsenmesi, büyük ölçüde Madde ve Kuvvet gibi eserlerin de etkisiyle şekillenen zihinlerin ürünüdür. Bu bağlamda, eserin Osmanlı’daki yankılarını benimsenme ve reddedilme boyutlarıyla ele almak, yalnızca dönemin düşünce dünyasını değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in entelektüel temellerini daha iyi anlamak açısından da elzemdir.