Nuriye Akman - Fırtınanın gözü
Fırtınanın gözü kaosun rahmindeki huzur bebeğidir.
Çevresindeki coşkunluk ya da çılgınlıktan etkilenmeyen ermişleri hatırlatır. Onlar ne kahkaha atarlar ne de çığlık. Her durumda bilge bir tebessümle bakarlar hayata. Aynı anda hem sahnede hem de seyirci koltuğundadırlar. Rollerini en yüksek performansla oynar ama oyunu gerçek sanma gafletine düşmezler.
Fırtınanın gözü göğe bakmayı unutanlara bir andıçtır. “Yukarıda ne varsa aşağıda da aynısı var” diye yazar üzerinde ve şöyle devam eder: “Sallıyorsam dünyayı, kırıp döküyorsam bir bildiğim var, hiçbir şey uzun süre aynı konumda kalamaz. Tek değişmeyen, değişimdir. Kıyamete hazırlık bütün bunlar...”
Fırtınanın gözü celalin cemalidir. Öyle bir muhabbettir ki bu, nazarında çiçeğin böceğin, dağın taşın, havanın suyun, insanın hayvanın görünen ve görünmeyen gözleri gizlidir. Evrenin serapa gözden ibaret olduğunu gösterir ve hatta “göz değil de nur diye sözetseniz ondan” diye rica eder... Nur da malum ancak bütün ışıkları söndürdüğünüz zaman parlar. Öyleyse ışık kirliliğinden arının çağrısıdır fırtınanın gözü...
***
Sarmal neşe
Semada, denizde, toprakta ve elbette atom altı dünyada sarmal nesnelerle çevriliyiz. Gezegenler, gökadalar, yıldızlar, hortumlar, fırtınalar, çiçeklerin yaprak ve çekirdek dizilişleri, DNA molekülleri, kabuklu su canlıları, örümcek ağları, parmak izleri, iç kulağımız... Bu nesnelerin durağan halleri bile bir devinimi yansıtır ve ister istemez insana sonsuzluk duygusu verir. Başlangıç bellidir ancak kıvrılarak boşluğa uzanan kolların sonu yoktur sanki.
Birbirine paralel duran iki çizgi uçları açık olmasına rağmen aynı hissi vermez. Bitimsiz bir devamlılık algısı için sabit merkeze ihtiyacımız var demek ki. Ve o noktanın göze benzemesi de her türlü tesadüf olasılığını dışlayarak insana hem gören hem görülen olduğu, izlerken izlendiği gerçeğini fısıldar.
Uçabilen hayvanlar avlarına ya da ışığa yaklaşırken spiral biçimde hareket ederler. İnsan davranışlarına baktığımızda hep burnumuzun dikine gidiyor gibi görünsek de aslında bir ayağımız ön kabullerimizde, doğru bellediklerimizde sabit dururken, diğer ayağımızla kapasitemiz oranında bu merkez çevresinde dolanırız. Kimimiz büyük helezonlar çizer, kimimiz minik. Her birimizin yapıp ettikleri bir galaksinin ölü ya da canlı yıldızları gibi yerleşir bu helezonlara.
İçinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisi kendi ekseni etrafında bir tam dönüşünü 250 milyon yılda tamamlıyor. Bizse o dış dönüşün farkında olmadan kendi sarmal dönüşümüzü ortalama 80-90 yılda bitiriyoruz. Bir gülün taç yapraklarını teker teker dökmesi gibi, fırtınanın yavaş yavaş gücünü kaybedip merkezindeki gözün kaybolması gibi ayrılıyoruz sahneden.
Sarmallığın doğanın matematik dengesindeki önemini bilim insanları değerlendirsin. Bize düşen bu şahane tasarımın şiirselliğinden ve zarafetinden nasiplenmek. Mesela acılarımız yüzünden hayat durmuş gibi göründüğünde aslında korkunç güzel matematiksel bir akış içinde döndüğümüzü hatırlayarak kendimize çeki düzen verebiliriz.
Veya tam tersine gündelik meselelere kendimizi kaptırıp dolu dizgin nefessiz duraksız gittiğimizde her şeyin, tüm nesne, canlı ve olguların merkezlerini içeren tek bir merkez noktası olduğu gerçeğiyle sakinleşebiliriz. İsteyen bu sarmallığın ölüm ötesinde de devam edip etmediğini düşünüp gönül neşesi edinebilir tabii...