Eskiden ağlayana sarılırdık, şimdi uzaklaşıyoruz
Rıza Akın'ın hayatı Adana ile İstanbul arasında geçiyordu; son dönemde kök saldı İstanbul'a. Büyük şehrin ritminden şikâyetçi, derdi olan hikâyelerin parçası olmaktan mutlu, tanınır olup olmamaya karşı duyarsız. Gösterime girmeye hazırlanan iki filmi vesilesiyle beraberiz.
Vaktinizin ne kadarı Adana'da geçiyor, ne kadarı İstanbul'da?
Son dönemde İstanbul'dayım ancak Adana'yla olan bağım hiç kopmadı. Adana'da Türkiye'nin bütün renklerini görebilirsiniz, tahammülü en geniş şehirlerden biri. Kalabalık olsa da daha insani ilişki ağı var, gelenekleri görenekleri hâlâ yaşar. Akdeniz ikliminden arada gerginleşir, birkaç dakikalık sertlik yaşarız ama yüzümüz yumuşaktır. İstanbul şehir değil, ülke. İlk geldiğimde Almanya'ya gelmiş göçmen gibi hissediyordum, şimdi alıştım.
Oyuncular köylere kaçıyor, siz kök salıyorsunuz.
Ben de bir süre sonra kaçmayı düşünüyorum aslında ama çok uzağa gitme niyetinde değilim. Şile-Ağva arasında bir yerde köy evi yapma planım var. Bakıyorum hâlâ. Burada işim olmadığı zaman öyle bir hayata çekilmek istiyorum. Burası çok kalabalık, kendi temponuzla yürümeniz dahi mümkün değil. Vitrine bakmaya fırsat bulamıyorsunuz, dursanız arkanızdan biri itiyor. İtilerek yaşanan bir hayatımız var. Durmak istiyorum, durup bakmak. Ona zamanımız yok.
Set dışı vakitler bu karmaşa içinde kaybolup gidiyor mu?
Kabataş'ta Fındıklı diye bir park var, sahilde. Kitaplarımı alıp gidip oturuyorum. Çok vaktim varsa İzmir'e, Antalya'ya arkadaşlarıma gidiyorum. En kötü ihtimalle deniz görmeye Şile'ye kaçıyorum. Deniz görmeye gidiyorum dediğimde garip garip bakıyorlar. İstanbul'daki deniz, deniz gibi gelmiyor. Dalgası, ufuk çizgisi yok. Karşısı görülmeyen bir kanalın çevresinde oturuyor gibiyiz. Deniz başka bir şey. Onun dışında hikâyeler, senaryoları yazıyorum.
Sima olarak tanınan, ismen pek bilinmeyen bir oyuncusunuz...
Çok magazine yatkın bir halim, yaşantım yok. Cihangir, Bebek'e işim olmazsa gitmem. Bunu çok özel ve önemli bir durum olarak da görmüyorum. On kişiden biri tanıyorsa tanıyordur. Neden tanınmıyorum diye üzülmem, çok tanınıyorum diye de rahatsız olmam. Yaptığımız işin sonuçları bunlar. İnsanlar sizi tanıyabilir, fotoğraf çektirmek isteyebilir. Hoş, güzel şeyler. Yaptığım işin verilen emek açısından gazetecilikten, itfaiyecilikten çok farkı yok. Ürettiğimiz şeyin kalıcı, insanlara bir şey anlatıyor olması dışında… Çok özel iş yapıyormuş gibi ortalıkta dolaşmaktan hoşlanacak biri değilim.
Bu duruşunuzun size teklif edilen projelere yansıması nasıl?
Sektörde bir süre sonra hangi işlerde yer almak istediğiniz biliniyor. Bir şey söylemeyen, kimseye faydası olmayan, bir gözü kapalı işlerde yer almam. Bir şey anlatmıyorsa bile bir tadı olmalı, onda bir şey kalmalı. Hiçbir şey kalmıyorsa yaptığım işin ne anlamı var. Bu topluma karşı bir sorumluluğum olduğunu düşünüyorum. Altmışıma yaklaşıyorum, geçmişim var, çocuğumla yüz yüze bakabileceğimiz işler yapmak istiyorum.
Sanat filmleri düşük bütçelerle yapılıyor. Salt bu projelerde rol alarak ekonomik olarak ayakta kalmak zor mudur?
Sizin niyetinize, hayattan beklentilerinizle doğru orantılı bir durum bu. Çok zengin olayım, param olsun diye bakmıyorum. Yaptığım işlerden çok şükür geçiniyorum, çok daha kazanabilirim elbette. Bana gelen her işe evet demiş olsaydım bugün 2,5-3 trilyon param olurdu, Boğaz'a nereden bakan daire alayım diye düşünürdüm. Kaybettiğim için hiç üzüntüm yok, ayrıca çok rahatım. Deniz görmeyen bir evde oturuyorum ama en azından denizi özleyecek kadar ruhum, aklım, duygularım var. Bu işi yapmak zorunda da hissetmiyorum kendimi. İşimi seviyorum, büyük zevk alıyorum, o ayrı. Zaman zaman gazetecilik, müteahhitlik yaptım, kafe işlettim, organizasyon işine girdim. Eğer akıllı olursanız, tembel değilseniz –ki ben biraz tembelim- ekmeğinizi kazanırsınız. İlla ben oyunculuktan başka işe bulaşmam, yapamam derseniz o başka bir şey. Benim öyle bir problemim yok.
Eskiden ağlayana sarılırdık, şimdi uzaklaşıyoruz
Nefesim Kesilene Kadar ve Madımak: Carina'nın Günlüğü. Derdi olan iki filminiz gösterime girmeye hazırlanıyor.
Nefesim Kesilene Kadar baba kız hikâyesi. Toplumda kopmuş, parçalanmış ailelerin yaşadıklarını anlatan bir hikâye. Berlin'de, sonra Sırbistan'da gösterildi, çok güzel tepkiler aldı. Şimdi Altın Koza Film Festivali'nde yarışıyor. Madımak da ay sonunda gösterime giriyor. Bu toplumun yaralarına doğru yerden bakan, anlatan bir film. Sivas'ta 34 kişinin yakılarak öldürüldüğü o karanlık dönemi, yabancı bir kızın gözünden anlatıyor.
Madımak'ın üzerinden 22 yıl geçti. Yaşananlar perdeye geç aktarılmadı mı?
Sebebi, mahkeme sürecinin devam etmesi. 1- Süreç devam ederken bir şeyler yazmak, söylemek yasal değil. 2- Nereden anlatacağını çok bilemediğin bir hadise bu. 34 insanın yakılmasında o gün devleti yönetenlerin suçları açık, belgeleri ortada. Bunları söylerseniz ne olur diye bir otosansür var insanlarda. Yönetmenimiz Ulaş Bahadır, çok doğru yerden yaklaştı meseleye. Carina diye bir kız var Hollanda'dan gelen, yakanların sebep gösterdiği hiçbir şeyle bağlantısı yok; ne Alevi, ne solcu… Sosyoloji öğrencisi. Bizim kadınlarımızla, Hollanda'ya göç eden kadınlar arasındaki sosyal farklılıkları tespit etmek için Türkiye'ye geliyor. Benim oynadığım karakterin evinde misafir oluyor. Ailemden biri Sivas'a gittiği için onların peşine takılıp gidiyor. Saf bir yolculuk. Yabancının gözünden bize ve olaylara bakılması değerli.
Madımak, bıçak sırtı bir hikâye. Nasıl karşılanır?
Türkiye'de eskiden birini ağlarken görünce gidip sarılır, elini tutardık, neden diye sorardık. Şimdi ağladığını görünce uzaklaşıyoruz. Bazı yakınlarım “İçim kaldırmadığı için haberleri izlemiyorum” diyor. Sen görmeyince o olay ortadan kalkmıyor. Bence izle, rahatsız ol. O acıyı sen de hisset ki nasıl bir ülkede yaşadığının farkına var. Onun için bu filmin izlenmesini istiyorum. Gişesi iyi olsun, ekip yatırdığı parayı çıkarsın. Bir de insanlar dün ne oldu düşünecekleri bir hale gelsinler, buna benzer filmleri izlesin, kitapları okusunlar. Bu anlamda değerli bir proje. Antakya'da gösterilmiyordu. Halk gidip talep etmiş, baskı yapmış, şimdi gösterilecek. Böyle şeyler de oluyor.
Utanma duygusunu kaybettik
Sadece para için iş yapmam. İçime sinmeden yapmak mecburiyetinde kaldıysam uykum geliyor. 12 Eylül sonrasında bazı işleri yapmak zorunda kaldım, ekonomik olarak sıkıntıda olduğum için… Şimdi izlerken uyuşuyor bedenim.
İnsanların utanma duygusu kayboldu. Bir insan utanmıyorsa her şeyi yapar. Adil olmak, utanma duygusuna sahip olmak kadar önemli. Gözümüzün önünde yapılan haksızlığa müdahale etme refleksimizi kaybettik. Bundan çok rahatsızım. Sorumlularından biri biz miyiz acaba diye düşünüyorum. Dizilerle tek tip olmaya başladık. İnsanlar dizi replikleriyle konuşmaya başladı. Kendi cümlelerimizi, dünyaya baktığımız yeri kaybettik. Adam dayısının karısıyla yatınca ünlü oluyor dizinin birinde. Dayısının karısına başka bakmaya başlayan çocuğumuzu ayıplayacak mıyız? Genel ahlâk yapımızı, duruşumuzu, sorgulamamızı ortadan kaldıran kapitalizmin oyunu içinde dönüp duruyoruz.