Geriye kalan sözcüklerin anlattıkları…
Ali Çolak, ‘Ama Sözcükleri Götüremezler' isimli kitapta bir araya getirdiği yazılarında, günümüz siyasî; meselelerini edebiyatçı kimliğiyle farklı bir perspektiften sunuyor.
Galeano anlatıyordu. Bir arp büyücüsü varmış, Mese Figueredo. Arpıyla, Kolombiya kırlarını şenlendirirmiş. Onsuz şenlik olmazmış. Her seferinde havayı şenlendiren, ayakları şahlandıran, dans eden parmaklarıyla orada olurmuş Figueredo. Bir gece, iki katırıyla düğüne gidiyormuş. Bir katırda kendisi, diğerinde arp. Bir patikada yol alırken haydutlar saldırmış. Üzerine çullanıp yumruklarıyla un ufak etmişler onu. Ertesi gün biri, yolda uzanmış yatıyorken bulmuş Figueredo'yu. Canlıdan çok ölüye benziyormuş artık. Toz ve kan içinde bir paçavra gibi… Gözlerini açmış ve son kalan sesiyle fısıldamış: ‘Katırları götürdüler…' Sonra şöyle demiş: ‘Arpı götürdüler…' Bir soluk daha alıp gülümsemiş: ‘Ama müziği götüremediler.' Ali Çolak, bu hikâyeyi anlattıktan sonra şu cümleyle noktayı koyuyor: “Çağın muktedirleri her şeyi götürdü ama sözcükleri götüremedi, götüremeyecek.”
Gazeteci-yazar Ali Çolak'ın köşe yazıları, her cumartesi Zaman Gazetesi Kültür-Sanat sayfasında okuyucuyla buluşuyor. O yazılar şimdi ‘Ama Sözcükleri Götüremezler' ismiyle bir araya getirildi. Kitapta 2011 yılından günümüze kadar kaleme alınan yazılardan bir seçki sunuluyor okura. 2011'den ‘Silüet mi dediniz?, 2012'den ‘O caminin kederi', 2013'ten ‘Yol açan adamlar' ve ‘Transformatör!', devam eden sayfalarda ise 2014-15 yıllarında kaleme alınan yazılar yer alıyor.
Kitabın bütününe baktığınızda özellikle 17/25 Aralık sürecinde yaşananların anlatıldığını fakat hadiselerin olabildiğince naif bir dille ele alındığını fark ediyorsunuz. Meselelerin yazarda uyandırdığı etkiye göre üslup yer yer sertleşse de kitabın bütünü için bunu söylemek doğru olmaz. Çolak, edebiyatçı kimliğiyle kimi zaman bir hikâyeden yola çıkıyor, kimi zaman da geçmişte yaşananları günümüzle karşılaştırıyor. Mesela çocuk yaşlarında bir yazar ya da şairle nasıl tanıştığından söz ederken konuyu bugünün siyasî; meselelerine bağlayarak noktalıyor.
Söyleyecek sözün varsa…
Bülent Korucu, 15 Haziran tarihli Aksiyon Dergisi'ndeki yazısında, Ali Çolak'ın kitabına da adını veren ‘Ama sözcükleri götüremezler' yazısına atıfta bulunuyor. Korucu'ya göre Ali Çolak, söze karşı ceberutluğun sökmeyeceğini ve böyle düşünenlerin yenilmeye mahkûm olduğunu muhteşem bir üslupla anlatmış. Düşüncelerini de kitaptan aldığı şu alıntıyla destekliyor: “Haklarını teslim edelim; sözcüklerin tuttuğu gücün farkındalar. Biliyorlar, onların açtığı yaralar kapanmaz. Biliyorlar, yüzyıllar geçse de unutmaz sözcükler, unutturmaz. Bir şarkıya, bir şiire düşüvermekten ödleri kopuyor. Bir gün bir dağ başında yol alırken, bir kayanın alnına yazılmış fiyakalı bir sözcüğü görüverince yüreklerinin ağızlarına geleceğini biliyorlar. Onu, o minicik cansız varlığı yok edememenin, yeryüzünden kaldıramamanın ve susturamamanın çaresizliğiyle korku salıyorlar.”
Kelimelerin gücünden bu denli bahsedilen kitabı okurken son sözü Cemil Meriç'e bırakmazsak haksızlık etmiş oluruz. Zira Jurnal'lerinde kelimelere sıkça değinir, onları bütün devri aydınlatan ateş böceklerine benzetir ve dünyanın kelimelerden ibaret olduğunu savunur: “Kelimeler bir zırh, bir kabuk, bir kale. Yaralanmamak için konuşuyoruz. Kelimeler bir hançer, bir diş, bir tırnak. Yaralamak için konuşuyoruz. Kelimeler bir bulut. Görünmemek için konuşuyoruz. Güftesini anlamadığın bir ninni kelimeler. Denizin uğultusu gibi…”