Garip huylu edebiyatçılar
Teoman'ın şarkısındaki gibi, ‘çizgilere basmadan yürümeye çalışacak' kadar takıntı herkeste normal. Lakin söz konusu şairler ve yazarlar olunca, normalin bir tık ötesindeki her şey ilgimizi çekiyor. Edebiyatçıların arasında toprak yiyen de var, dışarıya şemsiyesiz çıkmayan da...
Okurları olarak edebiyatçıları zarif, iyi huylu, naif insanlar olarak hayal etmeyi pek severiz. Öyle ya, onca duygu yüklü mısraları yazan, roman karakterlerine bizi derinden etkileyen ruhî; çalkantıları nakşeden insanları başka nasıl düşünelim ki? Gel gelelim sanatçılar hep yüce tavırlı, nezaket timsali olamıyor. Onların da her ademoğlu gibi takıntıları, bırakamadıkları kötü alışkanlıkları ya da kaba davranışları var. Hüseyin Rahmi'den Tevfik Fikret'e, Reşat Nuri'den Yahya Kemal'e Türk edebiyatının kallavi isimlerinin garipliklerine küçük bir yolculuk yapmaya ne dersiniz?
Köftelerin efendisi
Süleymaniye'de Bir Bayram Sabahı'nın şairini neredeyse tanıyan herkesin onunla ilgili bahsetmeden geçemediği bir şey var. Yahya Kemal boğazına aşırı düşkünmüş. Bu şişmanca şairin Safiye Sultan diye hitap ettiği Safiye Ayla, onunla ilgili bir anısını şöyle anlatıyor: “İzmir'de bir ziyafette kendisiyle karşılaştığım günü hiç unutamam. O gün art arda tam yedi çuprayı gövdesine indirdikten sonra sofrada fasulye piyazı dahil diğer yemeklerden payına düşeni yemekten de geri kalmamıştı. Üstad, bir yerlerde yemek yemeği şehvet etmişti kendine.” Yine bir gün Yahya Kemal, başka bir arkadaşının piknik daveti için hazırlattığı bir tepsi köfteden birazcık yemeyi yeğlemiş. Fakat tabaklar dişinin kovuğunu doldurmadığından gittikçe gelmiş, boşaldıkça tekrar dolmuş. Nihayetinde bir tepsi köfte pikniğe varamadan tükenmiş.
Tavukçuluk yapan yazı makinesi!
Hasan Mellah'ın yahut Hüseyin Fellah'ın yazarı Ahmet Mithat Efendi, Türk edebiyatına en çok eser bırakanlardan biri. O kadar çok yazmış ki adı ‘kırk beygir gücünde yazı makinesi'ne çıkmış. Yazdıklarıyla okurun gönlünü hoş tutan, yazdıkça da okunup para kazanan Ahmet Mithat, nafakasını sadece kalemiyle kazanmaz. Çocukluğunda Kapalıçarşı'da bir attar dükkanına çırak verilmiş, ticaretin ‘virüs'ünü orada kapmıştır. Yetişkinliğinde yaptığı işlere gelince, Beykoz'da bir yalı ve çiftlik satın alan yazarımız, arazisinde kaynayan suyu şişeleyerek içme suyu ticaretine girişmiş. Bununla da kalmayıp çiftliğinde Avrupa'dan getirttiği kuluçka makinesiyle tavukçuluk yapmış.
İki ters bir düz
İstanbul'un eski mahalle hayatını, bilhassa da kadınların dünyasını aşırı gerçekçi bir dille resmeden Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın takıntısı düşman başına… Tam bir temizlik ve titizlik abidesi Gulyabani yazarının mikroptan, hasta olacağından ödü koparmış. Bu korkusu onu senelerce, yaz kış eldivenle gezdirmiş. Belki bu titizlikte bir hanım bulamayacağı endişesiyle hayatı boyunca da evlenmemiş. Annesini küçük yaşta kaybeden Hüseyin Rahmi, teyzesinin Aksaray'daki konağında büyümüş. Buradaki kadınlarla dolu dünya, usta romancının eserlerine de yansımış lakin onun hayatına daha enteresan etkileri de olmuş. Hüseyin Rahmi evinde örgü örer, ördüğü takkeleri evde giyer, hatta Avrupa'dan örgü modelleri getirtirmiş.
Sigarayı yiyen adam
Bize Anadolu'dan türlü hikâyeler anlatan Reşat Nuri Güntekin, tam bir sigara bağımlısıymış. Çalıkuşu yazarı, günde ortalama dört paket sigara içermiş. Kül düşene kadar ağzında durur, bazen ceketinin yakası bazen kravatı kül tablasının yerini alırmış. Salah Birsel'in deyimiyle, Reşat Nuri sigarayı içmekten çok yemek ister gibi görünürmüş.
Toprak bağımlısı ‘çirkin'
Ahmet Haşim'in çirkinlik takıntısı meşhurdur. Her fırsatta kendini çirkin bulduğundan yakınırmış. Hatta uykularını kaçıran suratından dolayı, “Bu kafayı kökünden kesip atmaktan başka çare yok.” diye isyan etmişliği bile varmış. Fakat onun bu takıntısından daha ziyade meşgul olduğu bir şey var ki, herhalde ancak demir eksikliği olanlar anlar. Şair, toprak yemeyi çok severmiş. Karaciğer ve böbrek rahatsızlığı olmasına rağmen bu kil yeme alışkanlığından bir türlü vazgeçemeyen Ahmet Haşim, Frankfurt'a tedaviye gittiğinde de yanında toprak götürmeyi ihmal etmemiş. Herkesten gizli ufak ufak nevalesini götürürken, yanındaki arkadaşı fark edip durumu Haşim'e itiraf ettirmiş. Neyse ki böylece doktorların haberi olmuş da topraklara el koymuşlar.
‘Sol yanı' kıymetli şair
Servet-i Fünun şairi Tevfik Fikret, her mevsim buzlu su içermiş. Bu içi yanık şairimiz, sokağa şemsiyesiz de çıkmazmış. Devrinin birçok adamıyla kavgalı olduğundan olsa gerek, göz göze gelmek ya da karşılaşmak istemediği insanlardan kaçmak için bu şemsiyeyi kullanırmış. Fikret'in çok naif bir takıntısı daha varmış. Şair, sol yanında kimseyi yürütmez, hep sağına geçmelerini istermiş. Hayatı boyunca ailesine düşkün olan Tevfik Fikret'in bu tavrına sunduğu açıklama ise kalbini işaret ederek, “Orada Nazime var.” olurmuş. Böyle eş, dostlar başına…