Mehmet Kamış - O kelepçe vicdanınıza hiç mi dokunmuyor?
1960 darbesinden sonra Kemalizm ideolojisini inşa edenler, sanıyorum devletçilik ilkesinin bir gün bu kadar zirve yapacağını rüyalarında görseler inanmazlardı.
Bu Kemalizm devletçiliğinin, kendini muhafazakar olarak tanımlayan bir siyasi hareket tarafından gerçekleştirilmiş olması da tarihin kara ironilerinden birisi olsa gerek. Devlet ve devletçilik, 92 yıllık Cumhuriyet boyunca hiç bu kadar kutsanmamış, devletin yaptığı işler hiçbir zaman bu kadar sorgusuz sualsiz kabul edilmemişti. Daha önce hiçbir dönemde iktidar çevreleriyle sıkı ilişkileri olan aydınlar, bugünkü kadar devleti ağızlarında sakız haline getirmemişlerdi. Sorulmaz, sorgulanmaz, uygulamaları hakkında yorum yapılmaz devlet anlayışı, daha önce hiçbir iktidara nasip olmamıştı.
Anadolu'da insanların dişinden tırnağından biriktirdiği küçük sermayelerin üzerine çöküyorlar, İslamcı geçinen bazı çevreler ve aydınlar da bu durumu ‘ne yapalım devlet böyle istiyor' şeklinde yorumluyor. Bağımsız yayın yapan gazete ve televizyonların üzerine çöküyor, yüzlerce çalışanı işten atıyorlar, göreve getirdikleri tetikçi gazeteciler utanmadan ‘Müslüman gazeteci kimliğimizden ödün vermeyeceğiz' diye tweet atıyor. Böylesine ilkesiz, hukuksuz ve içinde hiçbir dini değer olmayan uygulamaları tek bir şeyle açıklıyorlar; devlet yapıyorsa bir bildiği vardır...
Yıllarca devletin dayağını yemiş, onun haksız ve yanlı uygulamalarının faturasını ödemiş insanlar, bugünkü zulümlere itiraz edenlere ‘siz kimsiniz ki devletin dediğine karşı geliyorsunuz, devlet böyle istiyorsa yapacak bir şey yok' diye çıkışıyorlar. Başka birinin malına çökmeyi, malını müsadere etmeyi normal sayan, kendisinden farklı düşünenin gazetesine, televizyonuna el koymayı haklı gören, bu arada da kendine aydın diyen garip bir güruh ile karşı karşıyayız. AKP siyasetinin sadece güce dayalı yönetim biçimine hiç itiraz etmeyen ve hiçbir yönetim felsefesi, düşüncesi, yorumu geliştirmeden yapılan her şeyi ‘devlet böyle istiyor' diye aklamaya çalışan bu aydınlar, hiç şüphesiz ki tarihe yüz karaları olarak geçecek.
Kreşler, okullar basılırken, burs verdikleri için işadamları, hayırseverler tutuklanırken, başörtülü kadınlar hiçbir somut kriminal olay gösterilmeden kelepçelenirken, vicdanınıza dokunan hiçbir şey yok mu? Var ama elde ettiklerinizin elden kaçmasından mı korkuyorsunuz? O zaman insana sormazlar mı; Muaviye döneminin Şam halkından ne farkınız kaldı?
Batı demokrasileri; devlet karşısında bireyin haklarını korumaya yönelik olarak çalışan bir mekanizmaya sahiptir. Türkiye'de ise bireye karşı devleti koruyan, devletin tartışılmazlığını savunan anlayış en görkemli günlerini yaşıyor. Zamanın ve devranın geçiciliğini hesap etmeyen bu anlayışın, bir gün onu uygulayanlara dönmeyeceğini kim garanti edebilir? Bugün devlet eliyle her şeyi yapmayı kendinde hak görenler, 28 Şubat döneminin ters yüz olması gibi bu günlerin de ters yüz olmayacağını nasıl bilebilir? Bugün savundukları fikirler üzerinden, devletin bir gün kendilerine de yönelmeyeceğinden nasıl emin olabilirler? Biz yine de onlara hatırlatalım: Henüz cennete düşmediniz. Dünyanın nasıl bir çarkıfelek olduğunu anlamadan önce hukuku savunun. Hakkı ve adaleti savunun ki devran döndüğünde, biz hep hukukun yanında olduk, diyebilesiniz. Çok bilindik bir sözdür ama unutmayın, o hukuk bir gün gelir size de lazım olur. Yol yakınken hukuka sahip çıkmaya bakın.