Seyfettin Gürsel - Sanayide rekabet erozyonu
2012'den bu yana Türkiye ekonomisinin parlak bir seyir izlemediğini biliyoruz.
Çok yüksek (yıllık yüzde 9'a yakın) aynı zamanda da aşırı dengesiz (cari açık-GSYH oranı yüzde 10'u bulmuştu) ekonomik büyümenin gerçekleştiği iki yılın ardından son dört yılda ortalama GSYH artışı yüzde 3,2 (2015'te yüzde 4 büyüme kabulüyle) olarak gerçekleşti. Bu dönemde toplam reel GSYH artışı yüzde 13,4 ile, kişi başına gelir artışı da yüzde 8 ile sınırlı kaldı. Üretim yönünden başı çekmesi gereken sanayi üretim artışı yüzde 14'ü bile bulmadı. Net ihracat ise (ihracat artışı-ithalat artışı) kimi zaman pozitif, kimi zaman negatif oldu. Oysa iktidar bir yandan büyüme oranını yüzde 5'e yükseltmeyi, diğer yandan da net ihracatı sürekli pozitif kılmayı umuyordu.
Ekonomik büyümeyi genelde harcamalar (talep kalemleri) yönünden tartışmaya alışığız. Geçen cuma TÜİK'in yayınladığı 4. çeyrek sanayi istatistiklerine (istihdam, çalışılan saat ve ücret-maaş endeksleri) biraz yakında bakınca büyüme tartışmasını bir de sanayi firmaları odaklı ele almakta yarar olduğunu düşündüm. Gelişmeleri aktarırken sanayinin çok büyük bölümünü kapsayan ve rekabet gücü açısından esas alınması gereken imalat sanayi rakamlarını kullanacağım. Zaten toplam sanayi ile imalat sanayi rakamları arasında dikkate değer bir fark görülmüyor.
Son dört yılda imalat sanayi üretim artışı toplamda yüzde 13,9. İstihdam artışı ise yüzde 12,8. Çalışan başına üretim artışı, diğer ifadeyle emek verimliliği artışı yok gibi bir şey. Ancak verimliliği çalışılan saat itibarıyla değerlendirmek daha doğru olabilir. Bu açıdan durum o kadar kötü değil ama vasat. Çalışılan saat toplamda yüzde 8,3 artmış. Çalışılan saat verimliliği artışı yılda ortalama yüzde 1'i biraz geçmiş.
Buna karşılık ortalama reel ücret artışı oldukça yüksek görünüyor. Son dört yılda toplam nominal ücret artışı yüzde 77,6. Üretici fiyatları itibarıyla imalat sanayiinde ortalama fiyat artışı (Haziran 2011'den Haziran 2015'e) yüzde 32,7. Demek ki imalat sanayi firmaları açısından ortalama reel ücret artışı yüzde 45. Doğrusu reel ücretlerde bu ölçüde bir artış olduğunun farkında değildim. Bu arada bir parantez açarak bu dönemde TÜFE artışının yüzde 38 olduğunu, dolayısıyla çalışanlar açısından reel ücret artışının yüzde 40'ı bulduğunu not edelim. Kalifiye işgücünün payının artması nedenlerden biri olmalı, ama diğer nedenler de araştırılmaya değer.
Son dönemde bir düzeltme var mı diye 2014'ten 2015'e değişimlere de baktım. Dikkate değer bir düzeltme göremedim. Üretim artışı yüzde 3,5. Çalışılan saat ise yüzde 0,6 azalmış. Kabaca emek verimliliği yüzde 4 kadar artmış. Yüksek sayılır. Ancak reel ücret artışı daha yüksek. Nominal ücret artışı yüzde 14,2 olurken, imalat sanayi üretici fiyatları yüzde 7,4'te kalmış.
Bu gelişmeler sanayinin rekabet gücünde son dört yılda bir erozyon meydana geldiğine işaret ediyor. Reel kur açısından da imalat sanayi pek destek görmüş sayılmaz. 2012 başında 102 olan (2003=100) Yurtiçi ÜFE Reel Efektif Döviz Kuru Endeksi inişli çıkışlı bir yol izledikten sonra 2016 başında 98 düzeyinde. Yani TL'de çok sınırlı değer kaybı söz konusu.
Verimlilik-reel ücret dengesinde bozulmanın bu yıl daha da artma ihtimali oldukça yüksek. Asgari ücrete yapılan yüksek zammın özellikle düşük ücretleri önemli ölçüde artırması bekleniyor. Bu artışlar kısmen yükselen enflasyon ile telafi edilse bile esasen yüksek verimlilik artışları ile telafi edilmek zorunda. Aksi takdirde Türkiye sanayiinde rekabet erozyonunun devam etmesi kaçınılmaz, Yüksek verimlilik artışları ise kısa dönemde işgücü piyasasında, uzun dönemde de eğitimde yapılacak köklü reformlara bağlı. Umarım yanılıyorumdur ama bu konuda doğrusu fazla umutlu değilim.