Yıldız yağmuru ve…
Bundan kırk küsur yıl önce, Zübeyir ve Dr. Sadullah Nutku ağabeylerin vefatları üzerine, merhum Bekir Berk Ağabey'in yazdığı bir makalede, ‘Yıldız Yağmuru ve Cennetten Gelen Ses' ifadelerini kullanmıştı.
Bu ifade o zaman çok hoşuma gitmişti. Şimdi kısa zaman aralıklarıyla Nur kahramanlarının Abdülkadir Badıllı, Seyyid Salih Özcan, Ahmet Aytimur ve Mehmed Kırkıncı, Said Özdemir ağabeylerin vefatı bana yine bu ifadeleri hatırlattı. Evet, ‘Cennetten davet var ve yıldız yağmuru devam ediyor'
Her birisi son memur-u Rabbini Üstad Bediüzzaman'a yakın olmanın bahtiyarlığı içinde yaşadılar ve o güneşin etrafında adeta birer yıldız olarak manevi mertebeler kat ettiler. Bu Nur Kahramanlarının hayatları başlı başına birer destandır. Onlar birer yıldız gibi Nur semasından kayıp ‘meydan-ı tayeran-ı ervaha' uçtular. Lisan-ı hal ile kabirlerinden bize şu gerçeği bir kere daha haykırıyorlar, ‘Dünya fanidir, değmiyor alaka-i kalbe. Ve dünya öyle bir meta değil ki bir nizaa değsin! Hele geçici davalar, hasetli çekişmeler, siyasetli kavgalar, menfaatli çabalar, adavetli tenkitler, günahlı gıybetler peşinde koşmayın. Başınızda dünya dolusu bela varken, ne diye çocuk oyuncaklarıyla vakit kaybediyorsunuz?' diye ihtar ediyorlar. Her ne ise…
KIRKINCI HOCA
Bu girişten sonra Erzurum'un son asırda yetiştirdiği çelik iradeli, Necip Fazıl'ın ifadesiyle ‘Mantık Küpü' büyük âlimi ve ömrünü Nur hizmetine geçirmiş Nur hadimi Mehmed Kırkıncı Hoca'dan bir yâd-ı cemil ve rahmet duasına vesile olması adına birkaç söz edecek olursak...
13 yaşından itibaren İslami ilimlere başlayan ve pek çok âlimden ders alarak merhaleler kat eden Kırkıncı Hoca, nihayet Kur'an'ın çelik zırhı olan Risale-i Nurlarla tanışma şerefine ererek, ilmini taçlandırır ve hizmetini geniş alanlara taşıma imkanı bulur.
Bediüzzaman Hazretleri'ni Isparta'da ziyaret ederek teveccüh ve duasına mazhar olan Kırkıncı Hoca, Erzurum'daki Kümbet'inde kurduğu Nur tezgahıyla binlerce gencin materyalizm tuzağına düşmekten kurtulmasına vesile olur.
Kırkıncı Hoca'nın en bariz özelliği; Risale-i Nurları derinliğine anlayıp şerh etmekteki üstünlüğüdür. Müşkül ve çözümsüz sorulara duraksamadan mantıklı, nükteli cevaplar vermesi, düşündürürken güldürüp tefekkürü keyiflendirmesidir. Muhataplarını ikna ve ilzam etmedeki mahareti ona sıradan bir âlim değil, aynı zamanda zamanın büyük bir ideoloğu unvanını kazandırmıştır. Onun sayısız nükteli irşadlarından birini burada zikretmek istiyorum.
Bir gün gencin biri yanına gelerek, ‘Hocam, ben çok bedbahtım, çok şanssızım, bu dünyaya geldiğime pişmanım' diye hayatından şikâyetçi olur. Kırkıncı Hoca hiç duraksamadan kulağına eğilerek ötede otlamakta olan merkebi gösterir,
‘Kardeşim, sakın bu dediklerini şu merkep duymasın!' der.
‘Niçin hocam?' diye soran gence,
‘Çünkü o merkep sana, ‘O halde gel sen benim yerime merkep ol, ben insan olayım' demeye kalkar!' der.
Bu basit ama etkili örnekleme ile genci içine düştüğü bedbahtlık çukurundan çıkarıp, insan olduğunun farkına vardırır.
Risale-i Nurları tanıdığımız gençlik yıllarımızdaki hatıralarımızda Kırkıncı Hoca'nın nükteli dersleri ayrı bir yer tutar. 1968-69 yıllar, inkar-ı uluhiyet fikrinin zakkum meyvelerini verdiği yıllardı. Biz o zaman Nurlara yeni ısınmaya başlamıştık. Aklımız ve kalbimiz inkar fikirlerine karşı dayanacak bir nokta-i istinat arıyordu.
O yıllarda Kırkıncı Hoca'nın zaman zaman Erzurum'dan İstanbul'a gelerek üniversite talebelerine yaptığı o coşkun dersleri hep iple çekerdik. Çünkü henüz işin başında idik ve bizim için Nurların anlaşılmasına ihtiyaç vardı. Hele onun Erzurum şivesiyle nükteler ve latifelerle, hakikatleri zihnimize çakması ruhumuza büyük inşirah verirdi. O gün piyasada dolaşan inkar fikirlerini alaya alarak pratik ifadeler ve örneklerle çürütmesi ise bize büyük bir kuvve-i maneviye olurdu. Kırkıncı Hoca'nın o dersleri hâlâ hafızalarımızı süsleyen canlı birer hatıra olarak yaşamaktadır.
Merhum Zübeyir Ağabey, Risalelerin açıklanmasından yana olmamakla birlikte Kırkıncı Hoca'ya müsaade ederdi. Bunu Zübeyir Ağabey'in hayatını yazarken bizzat kendisinden dinleyip kaydetmiştim. Bu hususu şöyle anlatıyordu:
‘Zübeyir Ağabey, Risale-i Nurları okurken açıklama yapılmasını uygun görmezdi. Fakat bizzat bana, ‘Sen salahiyetlisin' demişti. Benim bundan anladığım şudur:
‘Risale-i Nur'u yine Risale-i Nur'la açıklamak gerekir. Başka malumatlar karıştırıldığında Risale-i Nur'un ruhu zedelenebilir. O, bu endişe ile herkese açıklama izni vermiyordu. Risale-i Nur'un ruhunu incitmeyen ve manasını bozmayan, tam tersine manasına kuvvet veren misallerle yapılan açıklamalara karşı değildi. Bunu herkes yapamayacağı ve derslerin ruhunun kaçabileceği endişesinden dolayı umumi bir yol olmasını istemiyor ve bu konuda hassas davranıyordu.'
Kırkıncı Hoca'nın bir başka özelliği ve bahtiyarlığı da hiç şüphesiz Erzurum'un yetiştirdiği bir başka büyük âlim Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Nurlarla tanışmasına vesile olmasıdır. ‘Sebep olan hayrı işleyen gibidir' ve ‘İştirak-i amal-i uhreviyye' düsturlarıyla kıyamete kadar Hocaefendi'nin hizmetlerinden pay ve hisse alacaktır…
Hocaefendi'nin hizmetinin bütün dünyaya yayılacağına dair yıllar önce gördüğü manidar bir rüyayı şöyle anlatır:
‘Yıllar sonra annesinin vefatı üzerine Osman Hoca ve Ahmet Şahin'le birlikte taziye için gittik. Üç-dört saat yanında kaldık. Çok güzel sohbetler oldu. Birkaç gün önce bir rüya görmüştüm. Rüyada geniş bir bina, ucu bucağı görünmüyor, zemini de halı gibi döşenmiş. Hocaefendi birden yanımda bulundu ve binayı bana anlatmaya başladı. Dedim, ‘Buraya gelmeden önce böyle böyle bir rüya gördüm. Tabiri nedir?' ‘Dedi, ‘Estağfirullah, siz daha iyi bilirsiniz' Ben de, ‘Sizin hizmetinizin çok genişleyeceğine işarettir' dedim. ‘Bu sizin hizmetiniz, sizin, sizin…' diye ağlamaya başladı.
İzmir'de hapisteyken Nazım Gökçek, Necmeddin Bey ziyaretine gideceğiz. Gitmeden önce de bir rüya gördüm. Rüyada Cebrail, elinde bir masa saati.. Bana, ‘Al bunu Fethullah Hoca'ya ver!' dedi. Ziyaretine gittiğimizde bu rüyayı anlattım.
‘Hocam, bunu işittikten sonra 10 sene hapiste kalsam hiç aldırmam' dedi. 170 ülkede okul yapmak ne demek? Cebrail'in rüyadaki saati bu işte. Ben, ‘Cenab-ı Hak, Bediüzzaman'ı kendisini anlatmak için yaratmış. Fethullah Hoca'yı da hizmet için yaratmış' diyorum. Benim inancım bu!' (Nurun Büyük Kumandanı Zübeyir Gündüzalp, 124-125) Vefatından bir sene önce bir kitap imzası vesilesiyle Erzurum'a gitmiştik. Her an nurların yağdığı ve nurların oradan yayıldığı Kümbet'teki mekanında kendisini ziyaret etmiştik. O gün çok tatlı bir tevhit dersi ve sohbeti yaparak marifetullah ve muhabbetullah bahrinde bizi adeta yüzdürmüş, o denizden feyizyab ve nasibdar etmişti…
Merhum o günler dağlara merak sarmış, bütün büyük ve zirve ruhların dağları mekan ittihaz ettiğini anlatmıştı… Elimize tutuşturduğu bir yazıda dağlardan ve Nebilerin ve velilerin dağları mekan edinmiş olmasından söz ediyordu.
Kırkıncı Hoca'yı o gün ebediyet ülkesindeki dağ ve bağların özlemi içinde bulmuştuk. Evet o gün uhrevi alemlerin yüksek dağları arkasındaki bağları özleyen bir hali vardı. Adeta apak olmuş sakallarıyla üzerine kar düşmüş Palandöken Dağı'nı andırıyordu. Başımızı bir dağa yaslar gibi göğsüne yaslayıp duasını aldığımızda bu fanideki son buluşmamız olduğunu nereden bilebilirdik. Allah gani gani rahmet eylesin. Kırkıncı Hoca ile hemzaman olarak ebed yolculuğuna çıkan iki Nur kahramanını da kısaca yâd etmeden geçemeyeceğim.
AHMET AYTİMUR
Üstad'a bir ömür boyu sadakat göstermiş vârislerinden biri de Ahmet Aytimur Ağabey'dir. Onu kaybetmek benim için baba şefkatli bir duacıyı kaybetmek oldu. Zira her gördüğünde ‘Ben sana duaya devam ediyorum, ya sen?' diye sorup hatırlatmalarını hiç unutmam. Evet onu kaybetmekle vaesefa aynı zamanda bir duakarımı kaybettiğimi ifade etmek isterim.
Genç yaşında Üstad'la tanışıp hayatının sonuna kadar mücerret bir hayat sürdürmesi, bu iman hizmetinde sebat etmiş olması, Ahmet Aytimur Ağabey'i aziz kılan özelliklerdendir.
Son dönemde Risale-i Nurların devlet tekeline girmesine karşı çıkmış ve Nurların Anayasa Mahkemesi tarafından serbest bırakılarak, herkesin basmasının sağlandığı günlerde gözlerini bu aleme kapamış olması da manidar bir tevafuk olsa gerektir… Rahmeten vasiaten…
SAİD ÖZDEMİR
O da bir Diyanet mensubu ve vaiz olarak Üstad'a gönül vermiş ve neşriyat hizmetinde Üstad'ın tavzif ettiği vârislerinden biri olarak ömrünü Nurların dünyaya neşir ve yayılmasında geçirmiş yüksek bir himmet sahibidir. İlk defa Nurların radyodan duyurulması şerefine nail olan Said Özdemir Ağabey'in Ankara'daki en kara haleti nurlandırmakta payı büyüktür.
O da diğerleri gibi hapishanelerde pek çok çile çeken bahtiyarlardandır.
Cenazesinde bulunmak ve o muhteşem teşyiine şahit olmak nasip oldu. Teşyiinde hem Hacıbayram'daki cenaze namazının ardından hem de Keçiören mezarlığına defnedildikten sonra semanın sağanak halinde akan gözyaşlarına şahit olmak pek manidardı...
Nur kahramanlarının peş peşe vefiyatlarının hatırlattığı başka bir gerçeğe işaret etmek isterim. Büyük davalar büyük bedeller ister. Bir zaman bir Allah dostu, yeryüzünün şiddetli bir depremle sarsıldığını görünce, ‘Yer yine acıktı, bir büyük lokma istiyor!' der ve kısa bir süre sonra vefat eder. Yerin o büyük lokmayı yedikten sonra titremesinin geçtiği, sükunete erdiği söylenir…
Şimdi İslam âlemi büyük çalkantılarla sarsılmakta, savaş rüzgârları tehdidi altında bulunmaktadır. İnşallah Cenab-ı Hak onları birer bedel olarak huzuruna almış, bu sayede ülkemiz, milletimiz ve Anadolu iman hareketinin dünyaya açılan diriliş hamlesi, kim bilir daha nice musibetlerden kurtulmuştur. Bu Nur kahramanları şimdi, Ebedi saadet ülkesinin nurlu bağlarında, sevdikleri ve yaranları ile vuslata kavuşmuşlardır…
Rabb'im bizleri de onların gittiği Cadde-i Kübra'dan, Nur yolundan giderek, ebed yolunda onlarla beraber eylesin. Sonsuzluğun aydınlık ve rengarenk bağlarında buluşturup vuslata erdirsin… Amin.