Prime time kanser, dizi dizi zulüm ve reyting keyfi!
Dizileri artık 2 buçuk saate yakın çekiyorlar. Özeti, reklam kuşakları derken 20.00-00.00 arasını sadece bir işle kapatıyor kanallar. Üstelik, 90 dakika çekildiği dönem ile 140 dakika çekildiği dönem arasında dizilerin bütçeleri arasında bir fark da olmuyor.
Hayatımızda büyük bir yer işgal ediyorlar. Vazgeçilmezlerimiz arasındalar. Dahası, ferdi ve toplumu şekillendiriyorlar. İyi isek onlar sayesinde, halimiz harap ise müsebbibi onlar. Gizli bir örgüt ya da devasa bir kozmolojik sırdan bahsetmiyorum. Bildiğiniz televizyon dizileri bunlar!
Genel manzarayı teşkil eden bu ifadelerin varacağı yer kameranın arkası… ‘Reyting rekorları kıran' dizilerin hangi şartlarda hazırlandığını, kaç kişinin, kaç saat, kaç gün çalıştığını biliyor musunuz? Zaman zaman haber oluyor. Beklediğimiz kıvılcımı bulmuş gibi oluyoruz ancak unutulması çok sürmüyor.
2011'de, medyaya birtakım haberler düşmüş ve RTÜK'ün dizi setlerindeki çalışma sürelerinin kısaltılması için çalışma başlatacağı duyurulmuştu. O dönem 90 dakika olan dizilerin sürelerinin Batı'daki örnekleri gibi 45 dakikaya indirilmesi hedefleniyordu. Dönemin RTÜK Başkanı Davut Dursun, ABD örnekliğindeki çalışmanın yakın zamanda hayata geçirilmesinin planlandığını açıklamıştı. O dönem bu açıklama ‘müjde' olarak basında yer almıştı.
O haberin üzerinden tam 5 sene geçti. Ne mi değişti? Dizilerde çalışma süreleri daha da arttı. Zira 90 dakika olan dizi süreleri 130-140 dakikalara çıktı. O dönem ‘prime time'da 2 dizi yayınlanırken, artık tek diziye indirildi. Yaklaşık 4 saatlik bir süreyi tek diziyle doldurma yolunu tercih eden yayıncı kuruluşlar, böylelikle 5 yıl önceki müjdeli haberin neticesini önümüze serdi.
Evet yanlış okumadınız, dizileri artık 2 buçuk saate yakın çekiyorlar. Özeti, reklam kuşakları derken 20.00-00.00 arasını sadece bir işle kapatıyor kanallar. Üstelik, 90 dakika çekildiği dönem ile 140 dakika çekildiği dönem arasında dizilerin bütçeleri arasında bir fark da olmuyor (nispi yükseliş hariç).
Bu manzara içinde günlük çalışma saatleri 16 saati buluyordu. Son olarak Sinema Televizyon Sendikası televizyon, reklam ve sinema setlerinde çalışma koşullarını belirledikleri bildiriler yayımladı. Günlük çalışma saatinin 12, haftalık toplam çalışma saatinin 72 saatle ‘sınırlandırıldığı' söz konusu bildiride birçok ayrıntı var. ‘Yetmez ama evet' durumundayız. Zira haftada 6 gün, günde 12 saat çalışma süresi hiçbir şekilde insani değil. Alınan ücretlerin Türkiye şartlarında diğer alanlara göre iyi olması ya da olmaması da mesele değil. Hangi şart altında olursa olsun bir insanı 10 ay boyunca haftanın 6 günü 12'şer saat çalıştırmak, daha baştan performanstan ödün vermek oluyor. Nitelikli iş çıkmamasının en temel ve somut sebepleri bu manzarada gizli.
Senaristi düşünseniz. Her hafta 130 sayfa senaryo çıkaracak. –Artık 3-5 kişiden oluşan senaryo ekipleri bu işi halletse de- hiçbir şekilde nitelikli iş çıkması beklenemez. Senarist günde 10 saat bilgisayar başında oturup ‘iş yetiştirmek' için kendi matematiğini tutturmaktan başka bir şey gözetemeyeceğinden, iyi senaryoların çıkması da beklenmemeli. Düşünün ki iyi bir sinema filminin senaryosunu yazmak aylar sürüyor. Elbette sanat olan sinema ile tüketim malzemesinden başka ehemmiyeti kalmamış dizi senaryolarını birebir kıyaslamıyorum. Fakat aradaki uçurum da hiçbir şekilde izah edilebilir değil.
Peki, ne yapılmalı? Öncelikle televizyon yöneticilerimiz ve elbette kurum sahipleri, yapım firmaları zihniyetini değiştirmeli. Yasal düzenlemelerle olacak iş değil bu. Çünkü bir özel televizyon kanalına bir başka özel yapım firmasına yaptırdığı iş için çalışanların şartlarını liberal düzende kısıtlamak zor. Katı bir tutum gerekir ve böyle bir şey hayata geçtiği takdirde emin olun ‘sansür'-‘faşizm' diye sokakta ilk göreceklerimiz de yine bu dertten mustarip kişiler olacak.
Çok boyutlu ve çok zaman isteyen bir çözüm formülü var. İzleyiciye ve politikacılara en başta görev düşüyor. Politikaların belirlenmesi noktasında çekingen olmanın manası yok. Dünyada benzeri olan şeyler bunlar. İyi araştırılıp düzenleme yapılmalı. Tabii ki dünyanın hiçbir yerinde setlerde 5-6 saat çalışma ve en iyi şartlar yok. Set ortamı zaten zor bir maraton. Kendi içindeki zorluklara bir şey yapılamaz. Lakin bir diziyi senede 39 bölüm değil de 10 bölüm yaparsanız, sette yine günlük 10-12 saat çalışılsa bile 4-5 ayda biter. Haftalık olarak yetiştirme endişesi de olmayacağından insani bir maraton söz konusu olur. Paket teslim şeklinde 10 bölüm bitirilir ve sonrasında çalışanlar güzelce dinlenir. Veya zaten bu çekim sürecini daha ferah bir şekilde düzenlersiniz ve insani şekilde çalışılır.
İzleyiciye düşen görev ise en girifti… Şimdi ‘neden izliyorsunuz bu şartlarda çekilen dizileri' desek, yemeyeceğimiz laf kalmaz. Bir de ‘benim kumandam benim özgürlüğüm' başlığı açılır ki, Türkiye buna hazır değil gibi. Evet, izleyici, seyirci kalmamalı. Tavrını ortaya koymalı. Bizim gibiler çeşitli mecralarda durumu açıklamaya çalışınca kendisini hissettirmeli. Sivil toplum kuruluşları eliyle gerekli kitlesel eylem yapılmalı. İzlenmeyen yapımların çare arayışları sonrası masaya oturmak zorunda kalacaklardır (hayal gördüğümün farkındayım). Ayrıca izleyicinin izleme alışkanlığı hayati derecede önemli. Nitelikli dizileri tercih ederek, az bölümlü ‘mini dizi' dediğimiz yapımlara teveccüh gösterilse sorunu halletme yolunda kritik bir virajı dönmüş oluruz.
Hâsılı, binlerce dizi çalışanının dolaylı olarak yüz binlerce insanın iş hayatı ve geleceği bu garip çerçeveye bağlı. Özgürlük ve şeffaflık ve insan hakkı ve sivil inisiyatif ve ‘önce memnuniyet' söylemlerinin revaçta olduğu, bütün sistemin sanki bizim arzularımız ve hassasiyetlerimiz üzerine bina edildiğine kâni geldiğimiz postmodern zamanda da bunu yapamayacaksak, bizi yağmur paklar.